Bir Dizi, Bir Kitap | Ağustos

Bir Dizi, Bir Kitap | Ağustos
Solda Kore dizisi Memories of the Alhambra, sağda Audrey Magee'nin kaleminden çıkmış Koloni isimli kitap.

Herkese merhaba!

Bu yazımda Ağustos ayında izlediğim Kore dizisi "The Memories of the Alhambra" ve okuduğum kitap "Koloni"yi inceleyeceğim. Keyifli okumalar.

Memories of the Alhambra / Elhamra Hatıraları

Elhamra Hatıraları (알함브라 궁전의 추억) başrollerinde Hyun Bin ve Park Shin Hye'nin yer aldığı 2018 yapımı bir Kore dizisi. Dizinin adına ilham veren ve dizide sık sık melodisini işittiğimiz, aynı isme sahip bir klasik gitar parçası. Parçayı dinleyerek yazımı okumaya devam edebilirsiniz.

Konu

Dizide, VR üzerine çalışan Koreli bir iş adamının (Hyun Bin) iş için İspanya'ya gelmesini takiben gelişen olaylar anlatılıyor. Bu olaylar zincirini, Chanyeol'un yaptığı gizemli bir telefon araması başlatıyor ve Hyun Bin apar topar Granada'ya gidiyor. Bu süreçte Bonita Hostel adında Park Shin Hye'nin işlettiği bir yerde kalmasıyla başrollerimiz de tanışmış oluyor. Hyun Bin, Granada'da sanal gerçeklik oyununu deneyimliyor ve başına beklenmedik işler geliyor.

Diziyi öneri üzerine ve özellikle de yakın zamanda Erasmus'umu da yapacağım Granada'da çekilmiş olması nedeniyle izlemeye karar verdim (ama sonradan öğrendim ki kilit mekanlar İspanya'nın farklı yerlerinde, hatta farklı ülkelerde bile çekilmiş :(). Dizinin önemli bir kısmı da Kore'de çekiliyor.

Beğendiğim noktalar

Grafikler

Fantastik yapımların vazgeçilmezi, grafikler. Gerçek bir dünya portre ettiği hayalini kurarak izlediğimiz fantastik yapımlar yerine burada direkt bir insanın geliştirdiği oyunun içinde geçmesi, grafiklerden beklentimizi yüksek tutmamamızı sağlıyordu. Ama aksine, grafikler çok başarılıydı. Sadece son bölümlere doğru bir yerde çok sırıtıyordu ama dediğim gibi oyunun içi olarak bize aktarıldığı için ne kadar sırıtırsa sırıtsın göze batmıyor.

Konunun işlenişi

Engl derslerini aldığımdan beri bir eserin yazarı/yapımcısının konuyu nasıl işlediği, zamanın o yapımda nasıl aktığı gibi noktalara daha çok dikkat ediyorum.

Elhamra Hatıraları'nda zaman linear akmıyor bu sebeple konu da düz bir çizgide ilerlemiyor. Sürekli geriye dönüşler veya aynı sahnenin farklı detaylarla tekrarları oluyordu. Zaman akışının birden değiştiği anlarda sinyal verilmediği için bazen şimdide miyiz geçmişte miyiz diye insanı düşündürtebiliyordu. Dizi, bu beklenmedik geçmişe gitme veya birden aradaki olayları anlatmadan geleceğe gitme stili nedeniyle sürükleyici bir nitelik de kazanıyor. Tabii dezavantajı, daha önce başka bir yazıda da okuduğum gibi, tahmin edilebilirliğin azalması, izleyicinin rolünün önemini yitirmesi olabilir. Ama ben açıkçası vakit geçirmek için izlediğimden pek akıl yürütmeye çalışmadım, kendimi bu karmaşık akışa bıraktım.

İspanyolca

Dizi Granada'da çekilse bile karakterlerin (ekstralar dışında) İspanyolca konuşmalarını beklemiyordum. İspanyolca metinleri kim yazdıysa iyi iş çıkarmış. İşini bilen birine yaptırdıkları belli. Mesela: Shin Hye'nin es que yapısını kullanması – daha gündelik, neden belirtirken porque yerine kullanılıyor, daha doğal. Ama 10 küsur sene İspanya'da  yaşayıp da hala h sesini telaffuz etmesi, en basitinden "Hola"yı yanlış telaffuz etmesi göze batıyordu. Bir de, dizide Shin Hye'nin iletişime geçtiği, oranın yerlisi olarak gösterilen insanların gerçekte ana dilleri İspanyolca mıydı merak ettim, çok yavaş konuşuyorlardı zira.

Dikkat spoiler!!

Beğenmediğim noktalar

Elhamra Hatıraları, tamamen fantastik dizi olarak kalmalıydı, romantik kısmı hikayeye iyi yedirilememiş. Park Shin Hye karakter olarak yetersiz kalmış, Hyun Bin'e zor zamanlarında yardımcı olan bir arkadaş olarak kalsa iyiydi. aileden sayılan çocuğa da yazık ettiler.

Hyun Bin'in kilisede oyunu sona erdirmek üzereyken sürekli İsa'yı gösterip Hyun Bin'in de sanki kendini insanlık için feda ediyormuş şeklinde analojisi yapılmasını hoş bulmadım. Madem böyle bir analoji yapacaksınız, bunu seyirciyi aptal konumuna koyarak yapmayın. Bin sefer ikisini aynı karede göstermeleri aşırıydı. Ve sonda oyunu tekrar yürürlülüğe koymalarındaki mantığı da anlayamadım.

Cr

Tam olarak beğenmediğim nokta değil ama ilgimi çektiği için paylaşmak istiyorum. Fatıma'nin eli motifi, Müslümanlar bu el anahtarla buluştuğunda Elhamra'nın çöküp cennetin kapılarının açılacağına inanıyorlar, şeklinde ifade edildi. Açıkçası bunu ilk defa duydum. Böyle inananlar var mı bilmiyorum, detaylıca araştırmam gerekecek ama yine de sembolik bir din olmayan İslam'ın böyle sembole indirgenerek dizide yer bulması pek hoşuma gitmedi.

Granada'ya gittiğimde dizinin Granada çekim mekanlarını gezmeyi çok istiyorum.

Diziyi izlediyseniz veya ileride izlerseniz yorumlarınızı, bana katılıp katılmadığınız noktaları duymak isterim :)

Koloni - Audrey Magee

Ağustos ayında okuduğum kitapla devam edelim.

Konu

Audrey Magee'nin 2022'de yazdığı Koloni kitabını Türkçeye 2023 yılında Niran Elçi kazandırıyor. 336 sayfalık bu kitabın ana temaları arasında milliyetçilik, kolonicilik ve farkındalığı sayabilirim. Adada bir araya gelmek durumunda kalan Fransız dilbilimci (Masson) ve İngiliz ressam (Lloyd) ana karakterlerimiz. Fransız dilbilimci, İngiliz sömürgesi altında İrlandacanın nasıl değişime uğradığını, farklı nesillerden İrlandalıların bir arada yaşadığı adada incelemeye geliyor. Ressamımızsa buradaki manzaraların methini duyup geliyor. Hikaye 1979 yazında geçiyor.

Yazarın Stili

Yazarın stilini çok başarılı buldum. Romandaki karakterlerin farklılıkları, biçimsel ve stilistik farklılıklarla daha da belirginleşiyor. Mesela etrafına, onu sıfırdan adım adım çizebileceği bir tablo gözüyle bakan Lloyd'un iç monologları bir iki kelimelik cümlelerden ibaret, hatta bazen kesik kesik... Ve bu birkaç kelime sarfedilince yeni satıra geçiliyor. O yüzden biçimsel olarak göze çarpan bir özelliği var. Akademisyen olan Masson ise uzun, birden çok ifade içeren cümlelerle düşünüyor. James'in annesi olan Maired'in cümlelerindense daha az eğitimli olduğu anlaşılabiliyordu. Tabii, farklı kelime  seçimleriyle karakterleri ayrıştırmak çok da görülmedik bir edebi stil değil ama bunu biçimsel olarak görmek etkileyiciydi. Kitap şu anda yanımda olmadığı için Kitapyurdu önizlemesinden örnek bir sayfayı yukarıda paylaşıyorum.

Stil demişken bölüm aralarına radyo gibi haberlerin yedirilmesi de çok etkileyiciydi. O yıllarda politik ve mezhepsel çatışmaların silahlı çatışmalara döndüğü, birçok İrlandalının öldürüldüğü, bu haber parçaları sayesinde gözler önüne seriliyor.

Sömürgecilik

Sömüren, sömürülen... Kimlik karmaşası yaşayan, doğal akışta kimliğini kaybeden, akışa müdahele eden, umrunda olmayan...

Farklı dinamikleri görmek ilginçti. Arka kapakta İrlanda'yı görünce İrlanda-İngiltere arasındaki bu sömürge-sömürü ilişkisinin işlendiğini düşünmüştüm. Ama Fransa-Cezayir ilişkisi de işleniyordu. Adım adım gidelim.

Fransız dilbilimci, İrlandacanın korunması gerektiğine inanıyor ve birkaç senedir her yaz bu adaya gelip üç farklı nesili, dillerinin nasıl değiştiğini, İngilizce etkisini araştırıyor. Bu konuda çok hırslı. Haberi olmadan bir İngiliz'in adaya gelmesi ise gözlemlerine ket vuruyor çünkü halk dışarıdan İngilizceye maruz kalmış ve onu kullanmaya teşvik edilmiş oluyor. Masson, buna inanılmaz sinirleniyor. İngiliz ise bu konuda çok umursamaz bir tavır takınıyor. Lloyd'a göre dilin değişmesi gayet normal, özellikle İrlandaca yerine İngilizce konuştuğunda daha iyi iş imkanları, daha yüksek yaşam şartları sağlanıyorsa bundan normali yok. Masson'a göreyse İrlandaca konuşanları teşvik etmek için bu şartlar onlar için de sağlanmalı.

Bundan sonrası spoiler içerebilir!

Diğer bir yandan, başka bir dilin korunması için bu kadar hırslı olan Masson, aslında kendi "ana" dili konusunda aynı tavrı sergilemiyor. Ana dili olan Arapçayı, annesinin ısrarlarına rağmen öğrenmeyi hiçbir zaman istememiş, hatta Arapçadan nefret etmiş. Annesi, Fransız eşinin topluma uyma noktasındaki baskısı yüzünden hem dilini hem kültürünü terk etmek zorunda kalmış. Bu yüzden Masson ve Lloyd, İrlandacanın korunması, İngilizlerin ne kadar yanlış davrandıkları ile ilgili ne zaman tartışmaya girseler İngiliz ona, Fransa'nın da sömürgeci olduğunu hatırlatıyordu.

Kendi dilini ve kültürünü terk edip başka bir dilin korunmasını sağlama konusunda bu kadar çaba sarf etmesinin başka bir alt anlamı var mı bilmiyorum.

Alegorik yanları

Kitap, muhtemel alegorik çok fazla öge barındırıyordu: tavşan, balık, denizde ölüp giden üç adam, geride kalan üç kadın...

Tavşan genel kanıya göre iyi şansı ve refahı temsil ediyor (bkz). Diğer yandan balık, durgunluğun ve duygusuzluğun temsili (yine bkz). Romanda, kendisine adadaki kişilerden farklı bir gelecek çizmek isteyen James'in geleneksel meslek olan balıkçılık yerine tavşan yakalamayı iş edinmesi bu temsillerin doğruluk payını kuvvetlendiriyor. Dikkat, burası ağır spoiler içerir!! James'i hep tavşanlarıyla resmeden Lloyd'un kitabın sonunda tablodaki James'in elinden tavşanları silip yerine balık resmetmesi de dikkate değer. İngiliz adam, bu değişikliği, bu refahı kabul etmiyor.

Ölen üç adam ve geride kalan üç kadın kısımlarının da alegorik olabileceğini düşünüyorum ama analizini yapamadım.

Kitabı okursanız yorumlarınızı duymak isterim :)

Written by:

Betül Mulbay